
Bir süredir bilim yazarlığı ve bilim gazeteciliği üzerine tartışmalara denk geliyorum. Bu tartışmalar daha çok "gazeteci" kimliği taşıyan kişilerin ne kadar bağımsız olduğu ve hangisinin önemli olduğu ekseninde dönüyor. Her niş için geçerli olan bu sorun, bana kalırsa haklı gerekçeler taşıyor, ancak bu iki işin en önemli farklılığı gözden kaçırılıyor.
Zamanında araştırmacı gazetecilik üzerine okuma yaparken, François Geze tarafından dile getirilen güzel bir cümleye denk gelmiştim. Araştırmacı gazeteciliği sosyal bilimler krizine bir alternatif olarak gören Geze, "Günümüzde iyi bir gazeteci tarafından işlenen bir konu 15-20 bin arası satılırken, aynı konu bir akademisyen tarafından işlenseydi 3 bini geçmezdi" diye bir cümle kuruyordu. Bu cümle, başlık altındaki düşüncelerimin tercümanı oldu desem yeridir.
Bilim yazarlığı ve bilim gazeteciliği arasındaki en temel fark bence budur. Bilim yazarları bir konuyu derinlemesine işler, yazdıkları konunun tüm ayrıntılarını okuyucusuyla paylaşır. Bilim gazetecileri ise bilim yazarları tarafından yazılan konuyu halkın anlayacağı daha basit bir dille okuyucularına duyurur. Bilimle ilgilenen birisi bilim yazarını, konuyla pek alakası olmayan insanlar ise bilim gazetecilerini tercih eder.
Bu saptamanın Türkiye'nin sosyo-kültürel ve ekonomik koşulları ile örtüşmediğinin farkındayım. Çünkü gerek bilim yazarlarının gerekse bilim gazetecilerinin okuyucu kitlesi çok az. NASA'nın paylaştığı bir görüntü, NASA'nın bir araştırmayı neden yaptığından daha çok ilgi görüyor. Bu rahatsız edici.
Bence, bu iki farklı işin birleşip bu ülkeye bilimi sevdirmesi lazım. Peki nasıl yapacaklar? İşte bak onu bilmiyorum. Çünkü hali hazırda çözülemeyen telif ve kaynak göstermeme sorunları var.
Dünyada ise durum çok farklı. Sürekli gelişim ve değişim içinde diyebilirim. Özellikle bilim haberciliği için MIT bünyesinde yer alan Knight Science Journalism programının muhteşem çalışmaları var. Twitter'da da #SciComm hashtagi altında çok güzel paylaşımlar yapılıyor.